2001 krizinden sonra ekonomi gemisini biri dış, öteki iç olmak üzere üçer kollu iki çapa sürüklenmekten kurtardı. Dış çapanın birinci kolu dünya ekonomisinde yaşanan likidite bolluğuna dayalı risk alma ve yatırım yapma iştahıydı. Likidite bolluğunun artması yatırımcılarda, ellerindeki kaynakların bir bölümünü daha riskli görünen alanlara yatırıp daha fazla para kazanma arzusunu ön plana çıkarmıştı. Yatırıma yüksek faiz ve getiri sunan Türkiye bunun kaymağını yiyen gelişme yolundaki ülkeler arasına giriverdi. Dış çapanın ikinci kolu AB ile müzakere süreciydi. Bu süreç, yabancı sermayenin Türkiye'ye akmasında etkin rol oynadı. AB ile müzakere sürecine girip de tam üye olamamış hiçbir ülke olmadığını bilen yatırımcılar yatırımlarını, getirisi ve faizi yüksek olan Türkiye'ye yöneltmekte tereddüt etmediler. AB ile işlerin ciddileşmesinden önce Türkiye'ye yılda ortalama 1 milyar dolar yabancı sermaye girerken, AB ile müzakereden sonra yılda 20 milyar dolar yabacı sermaye girmeye başladı. Burada bize düşen katkı AB ile müzakereyi akıllıca götürüp yabancı sermaye girişini devam ettirmekti. Bunu bir süre becerdik ama sonra aynı beceriyi sergileyememeye başladık. Dış çapanın üçüncü kolu bugünlerde tamamlanacak olan ve 1999 yılının sonundan bu yana yenilenerek devam eden IMF programıydı. Türkiye, bu program çerçevesinde 46 milyar dolar destek kullandı. IMF'ye halen 6.8 milyar dolar borcumuz olmasına karşılık IMF'den kullanabileceği 3.7 milyar dolarlık imkân daha var. Bunun nasıl kullanılacağı bugünlerde belli olacak. IMF programı, böyle bir maddi desteğin yanı sıra Türkiye'ye bir çeşit olumlu reyting getirerek yabancı yatırımcıların daha rahat yatırım yapmasına olanak sağladı.
İç çapanın birinci kolu siyasal istikrardı. 2002 seçimlerinden bu yana tek başına iktidar olan ve IMF ile program yürütmesine karşın oylarını artırmayı başarmış bulunan bir iktidar söz konusu. IMF ile program yürüttüğü halde oylarını artıran iktidar örneği dünyada başka bir yerde yok. İktidar 2007 seçimlerine kadar sistemi fazla zorlamayan bir yaklaşım içindeydi. Bu yaklaşım ve oy desteği, geçmiş dönemlerde yaşanan uzlaşmaz siyasal yaklaşımların yerine geçerek önemli bir destek sağladı. Seçimden oy oranını artırarak çıkan iktidarın ekonomik çapaları çok daha sağlamlaştırması beklenirken, siyasal uzlaşmazlıklar içine girmesi beklenen bir şey değildi. İç çapanın ikinci kolu özelleştirme gelirleriydi. Kriz sonrasında giderek hız kazanan özelleştirmeler bütçeye inanılmaz bir destek sağladı. Hazine nakit açığının kapatılmasında ve dolayısıyla borçlanma gereksiniminin düşürülmesinde kritik rol oynadı. Ne var ki Türkiye, kamu maliyesini yakın geçmişinde olmadığı kadar düzeltirken geçici bir gelir kalemi olan özelleştirmelerin yerine kalıcı düzenlemeleri geçiremedi. İç çapanın üçüncü kolu yapısal reformlardı. Bugüne kadar bu kol hep güdük kaldı. Çok geç kalmış eksik bir sosyal güvenlik reformu dışında bugüne kadar hiçbir yapısal reform hayata geçirilemedi. Yani iç çapa hep iki kollu bir çapa olarak kullanıldı.
Bugün dış çapanın ilk iki kolu kırılmış üçüncüsü de çatlamış görünüyor. Bunların ilki yani dünya konjonktürünün iyiye gidişi artık tersine dönmeye başladı. İkincisi yani AB ile müzakere sürecinin getirdiği olumlu katkı, eskisi kadar güçlü görünmüyor. Üçüncüsü yani IMF programı da yeni ve zayıf bir çerçeveye oturacak ve dolayısıyla dış çapayı tek başına tutamayacak gibi duruyor. İç çapanın da artık çapalık niteliği kalmamış bulunuyor. İç çapanın ilk kolu olan siyasal istikrar artık yere eskisi gibi güçlü tutunamıyor. Uzlaşmaz tavırlar bu istikrarı tümüyle bozabilir. İkinci kol olan özelleştirme gelirlerinin değişen dünya koşulları içinde eskisi kadar güçlü olmasını beklemek rasyonel bir yaklaşım olmaz. Üçüncü kol olan yapısal reformları iktidar gündeme yeni getiriyor. Dış çapa kırılmış, iç çapa kırılma aşamasında. Yapısal reformların yapılması ve IMF ile ihtiyati stand by düzenlemesi bakalım iç çapayı eski gücüne geri getirebilecek mi?
|